muhteshambr  
 


yuva


doktora


e-posta



 
 
 
 
 
 
 
 

1- GİRİŞ
Mimarlık, özellikle 20. Yüzyılın sonuna doğru düşünsel alandan büyük ölçüde beslenmiştir. Bu, bir taraftan yüzyılın başlarında kuramcı-sanatçılar, diğer taraftan  da felsefe ve onunla uğraşanların açtığı ve geliştirdiği alanlar sayesinde olmuştur. 

Yüzyılın en önemli düşünürleri -Bertrand Russel, Ludwig Wittgenstein, Martin Heidegger ve başkaları - çözümlemelerinin odak noktalarını fikirlerden uzaklaştırıp düşünceyi ifade etmeye yarayan dil üzerine kaydırdılar.  Filozoflar ve mantıkçılar, dilbilimciler ve semiyolojistler, hepsi de dil dedektifidirler ve tek bir şey üzerinde anlaşmış gibidirler: "Anlamlı düşünmeyi sağlayan nedir?" sorusuna farklı yollardan da olsa "dilin yapısı" yanıtını verirler.

Yapısalcılığın Kısa Serüveni

Felsefe alanında Ferdinand de Saussure, yeni bir düşünme sistemini başlatacak bir takım önermelerde bulunmuştur.. Saussure dilbilim üzerine çalışmaktaydı. Kendi öncüllerinin tersine o dilbilimi, dilin tarihsel kökenlerini araştırmak olarak görmemiştir.  O, dilin işlemesini sağlayan, temelde yatan kural ve uzlaşımları, bireysel sözü değil, dilin toplumsal ve kollektif boyutunu, kullanımı değil grameri, ifadeleri değil kuralları bulmaya çalışmıştır. Konuşan herkesin bilinçsiz düzeyde paylaştığı, dilin altyapısını bulmaya, tarihsel gelişme ile ilgili olması gerekmeyen bu "derin yapı"yı aramıştır.

Postmodern teoriyi ele aldığımızda, bu yüzyılın dil saplantısının bir sonucu olduğunu görürüz. Sausurre bu teoriye büyük önem taşıyan bir ikili model miras bırakmıştır. Bu modele göre dil, ikili karşıtlıklarla işleyen bir işaret sistemidir.  Her dilde belli ses imgelerinin (a, e, c, d gibi) bir araya gelerek oluşturduğu ses paketleri (sözcükler) olan bir gösteren ve ona karşılık gelen bir kavramsal çağrışım, yani gösterilen söz konusudur.  Saussure'ün ikili düzeni, metinlerin yanısıra diğer "söylemlere" de uygulanabilir. Bu semiyoloji (göstergebilim)in alanıdır.

Saussure'ün ikili karşıtlığı 1950'lerde sibernetiğe uygulandı ve dijital bilgisayarların hızla gelişmesini sağladı. Dijital sistem, gündelik aritmetik işlemlerde kullandığımız on rakam yerine yalnızca 1 ve 0 rakamlarını kullanır. Bilgisayarda bilgi iletimi, elektronik devrelerin açık ya da kapalı olmasıyla sağlanır. 

İkili sistemin teknolojiye uygulanması (enformasyon teorisinin dijital yönü) aynı yıllarda Lévi Strauss'u mekanik bir iletişim teorisini benimsemeye yöneltti. Bu teoriye göre dil, düşünmeyi sağlayan sistemdir. Düşünme, kültür içinde yerleşmiş insan ürünleriyle çevre (doğa) arasındaki karşılıklı iletişim içinde meydana gelen çıktıdır. Ona göre, bir sistem içinde kavramsal kategoriler inşa etmek, anlam yaratmanın özüdür ve bu sürecin kalbinde Saussure'ün ikili karşıtlık diye nitelendirdiği  yapısı vardır.  Lévi Strauss, Saussure'ün dil kuramını yemek pişirme, giyim, akrabalık sistemleri ve özellikle de mitler ve masallar gibi tüm kültürel süreçleri içerecek bir yapısal sisteme genişleten yapısalcı antropologdu.

Lévi Strauss için dilin pragmatik boyutu, yani kategoriler sistemi daha önemlidir.  Anlam yaratmanın özü olan ikili karşıtlıkları kullanarak kategoriler inşa etme edimi, en saf biçimiyle evreni oluşturan birbiriyle ilişkili iki kategori sistemidir. Mükemmel bir ikili karşıtlıkta her şey ya A kategorisinde ya da B kategorisindedir ve dünyaya bu tür kategorileri uygulayarak onu anlamlandırmaya başlarız. Mutlak bir kategori olarak A tek başına var olamaz, varlığı B kategorisi ile yapısal ilişkisine bağlıdır. A kategorisinin anlamlı olmasının tek nedeni onun B kategorisi olmamasıdır.

Lévi Strauss'a göre, ikili karşıtlıkların inşası temel, evrensel anlamlandırma sürecidir. İnsan beyninin bilgiağı karmaşıklığı, tıpkı elektronik benzeri olan olan bilgisayarlar gibi, sonsuz sayıda ikili karşıtlık üretmeye elverişlidir.

Ancak doğa böyle değildir: doğa kesin kategorilerden çok, karşılaştırılabilen bir süreklilik göstermektedir. Doğada aydınlık ve karanlığı birbirinden ayıran kesin bir çizgi yoktur; aydınlanma ve kararmanın devam eden bir süreci sözkonusudur. 

Yapısalcılığın görevi dünyanın ne olduğunu değil, insanların bu dünyayı nasıl anlamlandırdıklarını keşfetmektir.

Peki ya mimarlık?

Kültür içine yerleşmiş bir insan ürünü olarak mimarlık da, insanın doğayla karşılıklı ilişkisi içerisinde ortaya çıkan düşüncenin bir yansımasıdır. Bir kere yaratıldıktan sonra diğer kültürel varlıklar ve çevre ile etkileşim içinde meydana gelen düşünmenin bir parçası olacaktır. Böylece kendinden sonra üretilecek ürünler için en azından üretilmiş olduğu için bir kategori teşkil edecek ve daha sonra üretilecek mimari ürünler için ortaya konacak düşünce biçimini etkileyecektir. Artık orada bir mimari ürün vardır. Var olma özelliğini taşıyan diğer binalarla aynı kategoriyi paylaşmaktadır.

Mimari bir çizimde ifadesini bulmayan bir anlatım, belli bir kategoriye dahil edilemeyen bir çizgi, tarama ya da boyamadan başka ne olabilir? Ya da yine bir ifadeyi güçlendirmek için yapılan  boyama, işlev açısından farklı kategorilere yerleştirdiğimiz mekanların görselleştirilmesinden başka nedir?

Mimari tasarımın kalbinde yatan dolaşım alanlarıyla mekanların birbirinden ayrış(tırıl)ması, yaratılan mekanları insanın boyutlarına uygun olup olmaması kategorilerine göre değerlendirilmesi, mimari tasarım sırasında da düşüncelerimizi sistematize etmenin örnekleridirler. Sonuçta ortaya çıkan ürünü düşünce biçimiz büyük ölçüde belirlemektedir. Mimari ürünler insanın düşüncesinin somutlaşmasıysa, düşünce araçlarının ve insanın nasıl düşündüğünü açıklamaya çalışan kuramların bu ürünler üzerinde işleyişini sınamak araştırmaya değer bir konu gibi gözükmektedir.